Popüler bilim-kurgu TV dizisi Black Mirror, bazılarına göre teknoloji düşmanı, bazılarına göre ise gerçeklik checkup’ı. Peki bu antolojik dizinin koyu tonlarla bezeli hikayelerinde gördüğümüz, yoldan çıkmaya son derece müsait bu teknolojiler ne kadar gerçekçi? Ya da ne kadar gerçek?
2. sezonundan sonra İngiliz Channel 4’ten küresel dev NetFlix’e geçerek prodüksiyon atlayan Black Mirror, bu sayede çok daha geniş bir kitleye ulaşma imkanı buldu. Ama bu distopyan dizinin bu kadar ses getirmesinin nedeni, sadece ilginç hikayelerinden, yüksek bütçeli prodüksiyonundan veya titiz sinematografisinden ibaret değil. Çoğunlukla pesimist olan bu hikayelerin, izleyicileri bu kadar etkilemesinin baş nedeni, işlenen temaların, içinde bulunduğumuz zamanın yakın gelecekteki yankıları gibi olmasından kaynaklanıyor.
Mesela, serinin en karanlık ve teknolojik olarak günümüze en yakın bölümlerinden biri olan 3. sezondaki “Shut Up and Dance” (Çeneni Kapa ve Dans Et), çoğu izleyici tarafından son derece rahatsız edici olarak tarif ediliyor. Serinin yaratıcısı Charlie Brooker’ın tarif ettiği gibi; “bir anlık bir sakarlık ile kendimizi 10 dakikada içinde bulabileceğimiz” durumlardan sadece bir tanesi. Ama Brooker’a göre bu hikayelerin amacı teknoloji düşmanlığı değil.
Black Mirror’ı yaratan ve anlatılan hikayelerin birden fazlasını yazan Charlie Brooker, özellikle bilgi teknolojilerine yabancı olan birisi değil. 90’ların ortasında PC Zone isimli dergide bilgisayar oyunlarını inceleyerek yayıncılığa ve yazarlığa başlayan Brooker, esasen bir hicivci. Bunu bilhassa 2000’lerde başladığı TV sektöründe yaptığı işlerde görmek mümkün. Bu yüzden de Black Mirror, ne teknofobik ne de anti-teknolojik. Sadece insanların algılarını uyaran bir kara hiciv diyebiliriz.
Ne kadarı gerçek
Black Mirror hikayelerinin hemen hemen hepsinde, konunun hangi zamanda geçtiği izleyicilerin yorumuna bırakılıyor. Fakat sosyo-ekolojik ipuçları ve kullanılan teknolojilerin gelişkinlik seviyesi dikkate alınınca fikir üretmek çok zor olmuyor. Bu doğrultuda, hikayelerin günümüz ile yaklaşık 30 yıl sonrası arasında değişen çeşitli zaman dilimlerinde geçtiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bazı bölümlerde kullanılan, kişisel bilgisayar ve akıllı telefon gibi aygıtların tamamını on yıllardır zaten kullanıyoruz. Bazı bölümlerde işlenen son derece gelişkin sinir sistemi arabirimleri, bilinç kopyalama cihazları, öz farkındalıklı yapay zekalar, hiper-gerçekçi sanal dünyalar ve katil robotlar ise henüz uzak görünüyor. Belki katil robotlar o kadar uzak olmayabilir… *Öhü*Boston Dynamics*Öhü*
İsterseniz şimdi belli başlı Black Mirror teknolojilerinin ne kadar gerçek, ne kadar gerçekçi ve ya ne kadar gerçeküstü olduklarına bir göz atalım.
1. Anıları kaydetmek
Black Mirror’ın en iyi bölümlerinden biri olan “The Entire History of You”, hayatlarının her anını kaydederek her an tekrar ‘oynatabilen’ bir toplumda geçiyor. Her ne kadar günümüz kayıt teknolojilerinin o seviyede olmadı aşikar olsa da, anılarınızı otomatik olarak kaydedebilen giyilebilir aygıtlar bulunuyor. Mesela, 10 saniyelik video parçaları kaydeden Snap Spectacles ve Samsung’un 2016’da patentini aldığı, her göz kırptığınızda fotoğraf çeken kontak lensler.
2. Akıllı pizza teslim araçları
Dördüncü sezonun “Crocodile” isimli bölümünde, ‘akıllı’ pizza teslim aracının karıştığı ufak bir kaza ile ortaya çıkan son derece karanlık bir olaylar zinciri ile karşılaşıyoruz. Pizza Hut, yeni konsepti ile bundan daha iyi bir zaman seçemezdi.
Pizza devi, “tam otonom teslim aracı” konseptinde Toyota ile ortaklık yürütüyor. Toyota, bu konseptin temel aldığı ve çeşitli ihtiyaçlar için kullanılabilen otomatik aygıtını Tüketici Elektroniği Fuarı’nda tanıttı. Korkmayın, daha 2020’ye kadar vaktimiz var!
3. Hayata geri dönmek
İkinci sezonun “Be Right Back” bölümünde Martha’nın acıklı hikayesine tanıklık ediyoruz. Ölen sevgilisinin geride bıraktığı tüm ses, video, mesaj, fotoğraf vb. tüm kayıtları kullanarak, yeni bir teknoloji sayesinde onu hayata bir android formunda geri getirir.
Gerçek bir insanı taklit eden sohbet programları zaten mevcut. Ama bu, Hanson Robotics için tatmin edici olmasa gerek. Bu şirket bir adım ileri giderek 2010’da ilk sosyal robotunu yarattı. BINA48 isimli bu robot, sahibi olan Martine Rothblatt’ın hala hayatta olan eşi Bina Aspen temel alınarak modellenmiş. İnsanlarla etkileşim kurabilen robotun tasarımında, sevili eşinin duyguları ve anıları kullanılmış.
4. Sanal karakterler
Black Mirror’ın belki de en zayıf hikayelerinden biri olan ikinci sezondaki “The Waldo Moment”, siyaset sahnesinde önemli bir figüre dönüşen bir ayı karikatürü ve yaratıcısı olan öfkeli bir komedyenin etrafında gelişiyor.
Maalesef henüz sanal politikacılara sahip değiliz. Fakat en azından kendi avatarınızı yaratabileceğiniz pek çok araç mevcut. Üstelik, Hollywood ölçeğinde hareket yakalama teknolojilerine yatırım yapmanız da gerekmiyor. Mesela, Apple’ın Animojis uygulaması, iPhone X’deki TrueDepth kamerasını kullanarak yüzünüzün bir haritasını çıkarıyor ve mimiklerinizle reel olarak eşleşen bir emoji oluşturuyor.
5. İnsanları derecelendirme
Üçüncü sezonun açılışını yapan “Nosedive” ile, herkesin birbirine sosyal etkileşimleri doğrultusunda 10 üzerinden puan verdiği, dijital bir kast sistemi oluşturmuş bir toplumda buluyoruz kendimizi. İtiraf etmek gerekirse, henüz tam bu doğrultuda işlev gören bir uygulamamız yok. Fakat belli durumlarda karşılaştığınız insanları puanlandırdığınız Uber, Peeple ve Tinder gibi pek çok dijital platform bulunuyor. Hatta Çin hükümetinin bizzat kendisi bile bir ‘sosyal kredi’ sistemi planlıyor. Bu sistem ile herkesin güvenilirliği, finans ve politik görüş gibi şeylerle derecelendiriliyor.
6. Robot arılar
“Hated in the Nation” başlıklı isimli bölümde ise, sosyal medyayla ilişkili bir dizi ölümün ve bu bölümlerin robot arılarla olan ilişkisine tanıklık ediyoruz. Günümüz troll ‘kültürüyle’ son derece yakınlık gösteren bu hikayede, Twitter etiketleriyle en çok nefret edilen kişiler, hackenmiş katil robot arılarla ‘cezalandırılıyor’. Evet, belki katil robot arılarımız yok ama kesinlikle robot arılarımız bulunuyor. Harvard Üniversitesi tarafından ilk olarak 2013’te geliştirilen bu robotlar tabi ki Black Mirror’dakiler gibi polenleme yeteneğine sahip değil.
7. Akıllı evler
Black Mirror’ın Channel 4’ten Netflix’e transferinden önceki son bölüm, üç parçalık bir hikayeden oluşuyor. Bu hikayelerden biri, bir evi kontrol etmek için sahibinin bilincini kullanan ve kişisel bir asistan olarak çalışan bir “kurabiye” üzerinde yoğunlaşıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, evimizi bizim yerimize kontrol etmek için bilincimizi bir cihaza kopyalayan teknolojilere sahip değiliz. Fakat yapay zekayla destekli ve insan sesi tanıma kabiliyeti bulunan Amazon Alexa gibi dijital asistanlarımız bulunuyor. Üstelik biraz zenginseniz, böyle bir dijital aygıtı akıllı evinizle birleştirip bir nebze olsa geleceği yaşamanız mümkün.
8. Robot köpekler
Dördüncü sezonun “Metalhead” isimli hikayesi, Westworld ve Terminator gibi bilim kurgu filmlerindeki robotları anımsatan fakat daha gerçekçi bir izlenim bırakan robot köpekler ve hayatta kalmaya çalışan üç karakter etrafında örgüleniyor.
Robot köpek konusuna hiçbirimiz yabancı değiliz. Aslında pek çok evcil robot hayvan geliştirilmiş bulunuyor. Belki de bunlar arasında en sosyal olanı Sony’nin AIBO’sudur. Yeni sürümü Eylül ayında piyasaya sürülecek olan AIBO, ölümcül olmasa bile ölümsüz bir ‘evcil hayvan’ arayanlar için çözüm olabilir. Tabi şarjı bitmediği sürece…