Güvenlik insan için en büyük gereksinimlerden biridir. Tarih boyunca güvenlik ihtiyaçlarını giderebilmek ve kendilerini güvende hissedebilmek insanlar için en önemli yaşam maddelerinden birisi olmuştur. Örnek vermek gerekirse tarihin ilk evrelerinde mağara adamı (personel) ve mızrak, balta vb. (ekipman) vardı. Günümüzde ise, yine insan faktörü ve bilgi ile desteklenmiş ekipmanlar mevcuttur.
Tarihin ilk evrelerinde, insanlar güvenlik ihtiyaçlarını gidermek için dönemin şartlarına göre tedbirler almışlardır. İlk çağlarda yerleşimin şehrin erişilmesi uzak ve tepelerde kurulması, mağaralarda barınılması, yerleşim yerlerinin yüksek sur ve hendek benzeri yapılarla çevrilmesi güvenlik ihtiyacı doğrultusunda atılmış adımlar olarak gösterilebilir.
Bahsedilen fiziki yapı ve konumlandırmaya ilave olarak, güvenlik ihtiyacının giderilmesi için hayvanlardan faydalanılmıştır. Buna örnek olarak kazlar ve köpekler verilebilir. Kazlar, uykularının hafif olması ve daima tetikte olmaları nedeniyle çoğu zaman bekçi olarak kullanılmıştır. Avrupa ve Çin’in bazı bölgelerinde, kazlar bekçi olarak kullanılmaya devam etmektedir.
İnsanlar; Mızrak, Balta gibi aletler ile kendilerini güvende hissetmek için bir takım savunma araçları geliştirmişlerdir. Dönemin şartları içerisinde kendilerini bu tip aletler ile koruma yoluna gitmişlerdir.
Güvenlik ihtiyacı Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde de 2. sırada yer almaktadır. Unutulmamalıdır ki kendisini güvende hissetmeyen kişi, beklentilere büyük oranda yanıt veremeyecek ve verimli olamayacaktır.
İhtiyaçlar teorisinin konsepti, Amerika’lı psikolog Abraham Maslow tarafından, 1943 yılında yayınlamış olduğu “A theory of human motivation (insan motivasyonunun teorisi)” çalışmasında ve ardından Motivation and Personality (motivasyon ve kişilik) isimli kitabında ortaya çıkmıştır.
Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha üst ihtiyaçları tatmin etme arayışına girdiklerinden ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğinden söz etmektedir. Maslow’un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
- Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)
- Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
- Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
- Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü)
Özellikle sanayileşmenin artması ve özel şirketlerin gelişerek çalışan sayılarının artması, güvenlik ihtiyacını da pekiştiren bir unsurdur. 19. Yüzyılda sanayileşmenin gelişmesine paralel olarak; üretilen malların muhafazası ve bunların üreticiye/tüketiciye ulaştırılması için nakliyesi, zamanın şartları içerisinde atlı arabalar ve trenle yapılan nakliye aşamasında ürünlerin korunması gündeme geldi. Bunun için yeterli sayıda güvenlik görevlisi olmaması, devletin bu iş için yeterince personel ve kaynak ayıramaması sonucu «Özel Güvenlik Şirketleri» gündeme geldi.
Bu sistemle malının korunmasını isteyen kişi bedelini kendisi ödedi. İlk uygulamaların başarılı olmasıyla da bu tür hizmetlere olan talep artmaya başladı. Ortaya çıkan talep nedeniyle de bu işi yapan şirketler kurulmaya başladı.
Dünyada Güvenliğin gelişimine baktığımızda karşımıza, Özel Güvenliğin öncüleri olarak Allan Pinkerton ve Erik Philip Sörensen çıkmaktadır. Allan Pinkerton; 1850’li yıllarda Chicago’lu savcı Edward Rucker ile birlikte, daha sonraları Pinkerton Ulusal Dedektif Ajansı olarak tanınacak ajansı kurarlar. Şirketin simgesi açık bir göz, sloganı da “Biz hiç uyumayız!”dır. ABD toprakları batıya doğru geliştikçe, demiryolu hatlarıyla taşımacılık yaygınlaşır ve tren soygunlarının sayısında artış olur. Pinkerton Ajansı ise ajanlarıyla bu soygunların önüne geçer ve bu sayede Pinkerton, George McClellan ve Abraham Lincoln gibi devlet kademesinin zirvesindeki isimlerle beraber çalışmaya başlar.
1858 yılında Edwin Holmes hırsızlık olaylarına karşı, ilk alarm sistemini geliştirerek özel güvenlik sisteminin öncüleri arasına adını yazdırır. 1909 yılında kurulan “Baker” şirketi yangın kontrol ve alarm sistemleri alanında faaliyet gösteren ilk özel güvenlik şirketi oldu. Aynı yıl eski FBI şefi William J.Burns’un kendi adı altında kurduğu ilk dedektiflik bürosu «Burns» oldu.
Sonrasında ise 1934 yılında İsveç’te Erik Philip Sörensen tarafından Helsingborg Nattvakt kurulur. Kuruluşunda kadro sadece 3 kişiden oluşmaktadır. Bu şirket aynı zamanda Securitas’ın temelidir. Securitas bu gün 52 ülkede yaklaşık 300.000 çalışana sahiptir ve dünyanın en büyük güvenlik şirketlerinden biri konumundadır.
Güvenlik Riskleri de insanlığın gelişimi ile çeşitlenmiştir. Farklı sektörlerin gelişimi, trendler, teknolojik gelişmeler, ihtiyaçların artması ve değişkenlik göstermesi, seçeneklerin artması, toplumda sınıfların ortaya çıkması ve sınıflar arası farkların açılması vb birçok etkenden dolayı Güvenlik Riskleri de çeşitlilik göstermeye başlamıştır.
Günümüzde Güvenlik Risklerinin bertaraf edilebilmesi veya kabul edilebilir seviyeye çekilebilmesi için teknik ekipmanlar da sıkça kullanılmaktadır. Hatta çoğu zaman “Güvenlik Sistemi” sadece teknik ekipmandan ibaret olarak görülmekte ve büyük yanılgıya düşülmektedir. Bu konuya bir başka yazıda detaylı olarak değineceğiz.
CCTV Sistemleri ve bu sistemlerin baş aktörü konumundaki kameralar da günümüzde hayatın her alanında sıklıkla karşılaştığımız ekipmanlardan biridir. Kameralar özellikle caydırıcı etkileri nedeni ile çoğunlukla tercih edilen güvenlik teknik ekipmanlarından birisidir. En büyük avantajı belirtildiği gibi “Caydırıcı Etkisi”’dir. Zira birçok diğer Güvenlik Tedbirleri gibi arka planda değil, sahnenin tam ortasında yer almaktadırlar.
Bunun en büyük sebebi ise CCTV tedbirlerine ait yatırımın bir defa yapılması ve her kamera konumlandırılan noktanın kamerada veya bir başka CCTV bileşeninde sorun çıkana kadar başka hiç bir maliyet gerekmeksizin kayıt altında tutulabilecek olmasıdır. Bu durum da insanların gözündeki özellikle caydırıcılık ilkesini pekiştirmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki kameralar kontrol edilmedikleri ve sürekli geri besleme alınmadığı durumlarda sadece pasif tedbirler olacak kalacaktır.
İlk CCTV Sistemi 1942 yılında Almanya’da V-2 olarak adlandırılan uzun menzilli roketlerin atışının izlenmesi ve kaydedilmesi için kullanıldı. İlk ticari uygulama ise 1949 yılında ABD.’de yapıldı. İlk uygulamalarda lambalı olarak üretilmiş siyah beyaz ve düşük çözünürlüklü kameralar kullanıldı. Her bir kamera için bir monitör kullanılmak zorundaydı. Bir monitörden bir kaç kameranın izlenmesi için bir süre geçmesi gerekti. Kameraların kamusal alanda ilk kullanımı ise 1956 yılında İngiltere’de Kraliçenin geçit töreni sırasında 4 kamera ile oldu.
Kamera görüntülerini kaydetmek de kolay değildi. Bunun için manyetik alana sahip film makaraları kullanılmaktaydı, ancak bu makaraları takmak, sökmek zahmetli ve maliyetli bir işti. Bu nedenle ilk uygulamalarda çoğunlukla kayıt sistemi bulunmamakta sadece izleme yapılmakta idi.
Bu noktada teknolojinin bulunduğu seviyenin de değerlendirilebilmesi açısından o günün şartlarına ve teknolojik devrimlere değinmek yerinde olacaktır. Dönemin şartlarında “lambalı” kameralar kullanılmaktaydı. Günümüzde kullanılan CCD veya CMOS sensörler yerine CRT (Katod Işınlı Tüp) kullanılmaktaydı. Bu sensörler “Termo İyonik Emisyon” (Isınan elektronlar yükselir ve metal yüzeyi terk eder. Termo İyonik Emisyonda elektronların metali terk edebilmesi için, elektronlara en az metalin iş fonksiyonu olarak tanımlanan W enerjisi verilmesi gerekir. Birim zamanda metali terk eden elektronların sayısı kullanılan metale bağlı olmakla birlikte metalin sıcaklığı ile artar.) metodunu kullandıklarından dolayı çalışmak için bir ısıya ihtiyaç duyarlardı. Bu nedenle kameraya enerji verildikten bir süre sonra görüntü iletimi başlamaktaydı (Lambalı Kamera).
Yukarıda fotoğrafı ve altta detayı verilen örnek 2/3” ebadında bir sensördür. Her ne kadar 1947 yılında transistör icad edilmiş olsa da entegre devre ve çip teknolojisinin çok sonraları kullanılabilir düzeye gelebilmesi nedeniyle bu teknoloji 1930-1980 arasında yaygın olarak kullanılmıştır. Aşağıda bulunan sonraki fotoğraf ise bahsedilen sensör kullanılmış fakat transistörlü bir kameraya aittir.
Teknolojinin gelişmesi ile günümüzde görüntü algılayıcıların boyutları küçülmüş, sarf edilen enerji ve ortaya çıkan ısı miktarında büyük düşüş yaşanmış ve alınan çözünürlük değerleri azımsanmayacak kadar artmıştır. Aşağıdaki fotoğrafta günümüzde kullanılan 2/3” sensör görünmektedir. Sonraki fotoğraflar ise dönemin kameralarına aittir.
1965 yılında Liverpool’da kullanılan CCTV kameralardan biri ve bir başka kamera.
20. Yüzyılın en önemli buluşlarından biri olarak kabul edilen ve elektronik devrelerin can damarı olan transistörler, 1947 yılında yapıldı. Dünyanın en büyük telefon şirketi olan Bell kuruluşlarının araştırma laboratuvarlarında, William Shockley başkanlığında John Bardeen ve Walter Brattain´den oluşan ekip, teknolojide yepyeni bir çığır açan bu buluşlarından dolayı, 1956 yılında Nobel Ödülü´nü paylaştı.
Entegre (Tümleşik) devreler, yarı iletken tüplerinin görevlerini yerine getirebileceklerinin deneysel olarak fark edilmesi ile önem kazandılar. 1947 yılında transistörün icadından sonra İlk tümdevre (entegre), elektrik mühendisi Jack Kilby tarafından 1959’da Teksas-ABD’de icat edildi. ABD ve İngiltere’de aynı yıl patent kayıtlarına geçti. Kilby, lehimlenmiş küçük tel parçalarını mikroskop yardımıyla iletken bir maddeye bağlayarak dünyanın ilk tamamlanmış devresini yapmış oldu. Günümüzde milyonlarca transistör kullanılan entegre devreler ve çipler üretilebilmektedir.
1970 yılına gelindiğinde VCR teknolojisinin geliştirilmesi ile CCTV Kameraları kayıt altına alınmaya başlandı. Ancak henüz Time Lapse kavramının bulunmaması nedeniyle her kamera için ayrı kayıt cihazı gerektiriyordu. Time Lapse kullanılarak ilk çoklu kayıtlar ancak 1990’lı yıllarda mümkün olabildi. Bu gelişme ile kameraların kullanımı artık özellikle kamu kurumlarında artmaya başlayacaktı.
Günümüzde ise 30MP seviyelerine dayanan ve birçok özellikle donatılmış CCTV kameraları mevcuttur. Yapılan bir araştırmaya göre İngiltere’de sıradan bir insan sabah evden çıkıp, akşam evine gelinceye dek 300 üzerinde kameranın görüntü alanına girmektedir. 14 İngiliz vatandaşına 1 kamera düşmektedir. Dünya genelindeki kamera sayısı 45 Milyon civarındadır ve bu sayının 10 yıl içerisinde 65 Milyonu geçmesi beklenmektedir.